O'nu yaşamla ölümün, özgürlükle mahkumiyetin, bilinenle bilinmeyenin, çoklukla tekliğin, gitmelerle kalmaların ortasında gördüm. Hem cesurdu hem de tedirgin.
Onda, gördüğümden çok daha fazlasının, çok daha ötesinin olduğunu görmüştüm. Daha doğrusu gördüğümü sanmıştım. Yani inanmıştım. İnanmaktan başka bir sözcük karşılayabilir miydi halimi? Seni çoğaltan,seni sen yapan, seni sen sanan bensem eğer, fark eder mi ki? Zaten Aşk dediğin onu "O"sanmak, ondan "O"na ulaşmak, onu "O"yapmak değil mi? Kendinin ötesinde bir öteye uzanmak değil mi?
Yaralar almaya devam ettiğim, yüreğimin her gün biraz daha değiştiği, zamanın durup dinlenmeden akıp gittiği bir dünyada yaşamaya devam ediyorum.
Sadece bu kafayla kendime sahip çıkabilirmiyim? Sadece "gerekli"lerle, "ama yapmam lazım"larla oldu mu bir işim? Olmadı işte. Başka bir şey var. O başka bir şey benim. Gitmek, çıkmak, değişmek, ayrılmak,unutmak istediğim kadar; kalmak, içinde bulunduğuma daha çok dahil olmak, aynı kalmak, birlikte olmak, hatırlamak isteğim de var benim.
Hatta o kafayla istediğimden daha da fazla istiyorum tam tersini, kalbimle.
İşte o yüzden değişmediğim tarafım da benim. Bavulum var evet, binbir çeşit. Her türlü gitmelere müsait. Ve bende olan her şeyi kullanmak zorunda mıyım? Gitmek için sebeplerim varken kalıyorsam,ayrılmıyorsam,unutmuyorsam, olanı muhafaza etmeyi daha çok istemiyor muyum bence? Bence? Evet ben. Ben varım ve olanımla öylece kalmak istiyorum artık. Hep istiyordum da, istediğimi bilmiyordum. Bugün gitme gerekliliğimden kalma isteğimi fark ettim. "Gitmem lazım"dedikçe kalasım geldi, ihtiyacıma sahip çıkıyorum bugün.
Bavullarım hep var, hep olsun. Bir gün, eğer istersem kullanırım.Ben istersem, içim isterse. Bavulum var diye değil, "gerekli" diye değil.
Anlamak istediğini anlamaktan, hissetmek istediğini hissetmekten, emin değil bir yerlerim.
Anlamakta ve hissetmekten zorlandığım, tüm duygular vermek istedikleri mesajlarla geliyor. Derin Düşünmek...
Şaşırtıyor...
Hiç güvenilmiyor. Onu tam sarıp sarmalamış,yumuşatmış ve dizginlemişken, ortaya çıkıveriyor tekrar, iki tarafı keskin bıçak gibi; yüreğimi, ruhumu, zihnimi ele geçiriyor, en çokta kanatlarımı...
Öylesine acımasız ki sessiz kaldığı zamanların acısını çıldırarak çıkarıyor...
Kanatlarımı sanki tutkallamışcasına çevreleyen ,sen kurtulmaya çalıştıkça daha da sarıp sarmalayan bir şey... Yoğun, derin, yorgun....
Bastırdığın,bitti dediğin,arkaya fırlattığın,kilitlediğin hangi duygular,hangi olaylar varsa piste çıkmış yarış atı misali fırlıyor; rüzgarla, son sürat zihnime doluşuyor....
Bu sefer şimdiki ben'in kapısını çalıyor...Kontrol kimde mi? Cevabı karışık, istemsizce sizden önce giden bir organ beyin, tüm bağlantıları,telefon görüşmeleri, organizasyonları yapıp yer açıveriyor birden zihinde...
Size sadece onu karşılamak,olduğu qibi kabullenmek,onunla yaşamayı öğrenmek,onu dinlemek,dinledikçe fark etmek,fark ettikçe anlamak kalıyor... İstersen diren zincirle kapıları, zaman daha şiddetli, hani çığ gittikçe büyür ya o misal dayanıyor kapıya, seçim senin dercesine....
Oğuz Atay der ki, Her insanın yaşadığı en az iki hayat vardır. Biri bildiğimiz vitrinlik, diğeri bilmediğimiz derinlik.
#ruhumdakalan
#eceözgekarakuz