• birincicoguldanismanlik@gmail.com
  • Kartaltepe Mahallesi İncirli Caddesi No:72 Daire:12 Bakırköy/İstanbul
  • +90 501 048 96 18 / +90 543 714 17 10

Yazılar

Terapöti̇k Süreçlerde “Fısıldayan Sessi̇zli̇k”



Gerçekten susma nedir? Kendi işlevleriyle konuşmanın tam karşısında mı yer alır? İnsan zihni susmayı ve konuşmanın kesilmesiyle oluşan sessizliği nasıl değerlendirir ve kendi değerlendirmelerini dile nasıl yansıtır?

“Eğer susarsan konuşman daha aydınlık olur. Çünkü sükutta hem sessizliğin ışığı, hem de konuşmanın faydası gizlidir.” der Şems-i Tebrizi. Ünlü düşünür Cicero “Sessizlik, iletişimin önemli sanatsal parçalarından biridir.” der. İletişim alanının öncü isimlerinden Thomas J. Bruneau (1973) ise kişinin sessizliği, düşünmek, anlamak ve anlaşılmak için kullanmasının değerinden bahseder. Ancak farklı kelimelerle sessizliğin önemine bu kadar vurgu yapıldığı halde ilginçtir ki insanlar çoğu zaman iletişim esnasında oluşan sessizliklerden şikayet ederler. Kişiler arası iletişimde uzun sessizlikler olması birçok kişide huzursuzluk yaratabilir. Konuşmasında uzun sessizlikler olan kişi uzak, soğuk, mesafeli, kaygılı gibi bir sürü sıfatla değerlendirilir. Sessiz kalan kişi söyleyecek sözü kalmamış, tıkanmış, ketlenmiş olarak algılanır. Aksine, bir kişinin konuşkanlığı, “havadan sudan” konuşabilmesi sıcaklığının göstergesi olarak görülür.

Dil bilimci Deborah Tannen 1985 yılında sessizlik üzerine yazdığı “Silence: Anything But” başlıklı yazısında sessizliğin hiç bir şey hariç her şey olduğunu söylemekte ve sessizliği konuşmanın en muazzam hünerlerinden birisi gibi gördüğünü belirtmektedir. Bu açıklamayı, dil alanında çalışılırken çoğunlukla inkâr edilen sessizliğin aslında yalnızca bir boşluk olmadığına ve bir işlevi olabileceğine dair bir gösterge olarak düşünebiliriz. Sessizliğin de dilin bir parçası olduğu Gale ve Sanchez (2005) tarafından insanların zaman zaman bazı düşüncelerini sözcüklerle ifade edemeyecekmiş gibi hissettikleri ama sessiz düşünmenin dil olmadan mümkün olmaması şeklinde ele alınmıştır. Şöyle ki kişi konuşmadan düşünebilir ancak konuşmadan sessiz kalarak düşünürken bile dile bağlıdır.

Bir hitabet sanatı olarak sessizliği inceleyen Cherly Glenn (2004) sessizlik sürecinin zıtlıkları barındırdığından bahseder. Ona göre sessizlik duruma göre bir kişinin başarısına / başarısızlığına, uyumuna/uyumsuzluğuna, tatmin olduğuna/olmadığına, ihmal ettiğine/ önem verdiğine işaret edebilir.

Toplum içinde genel olarak beğenilmeyen, istenmeyen sessizlik durumu doğal olarak psikoterapi ortamında da danışan kişi tarafından benzer şekilde değerlendirilebilir. Ancak psikanalitik psikoterapide durum bundan farklıdır. Reik’in (1968) dediği gibi psikanalitik çalışmada normal bir iletişimdeki karşılıklı düşünce ve fikir paylaşımı söz konusu değildir. Psikoterapist danışanın sözcüklerini kabul ettiği gibi sessizliği de kabul eder. Sessizlik, iyi çalışıldığı takdirde danışan için ruhsal dünyasına ulaşabileceği bir kapı yaratır. Terapist ise bu imkanı danışanına sağlayabildiği ölçüde o dünyaya danışanıyla beraber adım atabilir ve beraber bir çalışma mümkün olur. Yani psikoterapide sessizlik istenmeyen bir durum olmasından ziyade ruhsal dünyanın kapılarını açmaya olanak sağlayan bir geçiş alanıdır.

Sessizliğin her konuşmanın ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmek, bu sessizliklerin ne zaman ortaya çıktıklarını, bir anlamları olup olmadığını çalışmak konusunda bir alan açmıştır. Psikoterapiye devam eden kişilerden zaman zaman psikoterapistinin sessizliği ile ilgili olumsuz yorumlar duyarız. Sessizliğin kendilerine iyi gelmediği, duyulmadıklarını hissettikleri, kendilerini konuşmaktan alıkoyduğu söylenenler arasındadır. Bu kadar olumsuzluk yaratıyorsa psikoterapideki sessizlik süreç için kötü bir durum mudur? Sessizliğin terapi sürecinde nasıl bir anlamı vardır?

Psikoterapi, altyapısı tek bir teorik modelden oluşmuş bir uygulama değildir. Bu nedenle psikoterapide yaşanan bir durum farklı teoriler tarafından birbirinden farklı yorumlanabilir. Bir teorik duruşta psikoterapist daha aktif olabilir ve seanslar daha az ve kısa sessizlik içerecek kadar yapılandırılmış olabilir, bir diğerinde ise sessizlik sürecin temel bir parçası olabilir. Birçok danışan tarafından aktif çalışma olumsuz olarak eleştirilmezken sessizliklerin olduğu bir psikoterapi süreci olumsuz eleştirilen, tatmin olunmayan, hatta yarım bırakılan bir süreç olabilir. Sonuca bakıldığında sessizliklere tahammül edemeyen bir danışan terapiyi yarım bırakabilir ve yarım kalan bir süreç danışanın deyimiyle “başarısız” olarak değerlendirilebilir. Ancak burada sürecin etkili olmamasının nedeni terapistin aktif olmaması ya da sessiz kalmasından ziyade sessizliğin süreç üzerindeki etkileri üzerinde yeterince çalışılamamış olmasından kaynaklanır. Belki psikoterapistin yeterince bu konuya eğilmemesinden belki de danışanın bu konuyu çalışmak için yeterli sabrı ve tahammülü gösterememesinden. Hangi teorik donanımla çalışıyor olursa olsun bir terapistin kendi uygulamasının danışan kişi üzerinde nasıl etkiler yarattığını gözlemlemesi, anlaması ve çalışabilmesi sürecin devamlılığını sağlaması açısından önemlidir. Sessizliğin psikoterapi literatüründeki ilk ele alınışı ona homojen bir durum olarak yaklaşıldığını, yani tek tip bir sessizlik olduğu yönünde bir anlayış olduğunu göstermektedir .Oysa çalışmalar ilerledikçe farklı teorik yaklaşımlar tarafından sessizlik; aktarımsal bir mücadele (Fliess, 1949), duygusal uyum (Gendlin, 1996), bilişsel işleyişin gereksinimi (Perfetti ve Bertuccelli-Papi, 1985), gerileme (Winnicott, 1965), öfkenin ifadesi (Zeligs, 1961), terapist ile kurulan güven ve yakınlık (Trad, 1993) ya da terapötik direnç (Freud, 1912; Reik, 1926) gibi iletişime dair çeşitli süreçlerin göstergesi olarak tanımlanmıştır (aktaran Levitt, 2001).

Temellendirilmiş Kuram (Grounded Theory) yöntemini kullanılarak terapi gören kişilerle psikoterapideki sessizlik deneyimi üzerine yaptığı kapsamlı çalışmasında, sessizliğin homojen değil heterojen bir fenomen olduğunu oluşturduğu 7 kategori ile anlatmıştır. Bu sınıflandırmada yer alan sessizlik türleri şu şekildedir: kişinin terapide konuşulan konudan duygusal olarak ilgisini/ilişkisini kestiği bağlantı kesen (disengaged) sessizlik, kişinin duygusal bir deneyim yaşadığı anlarda ya da duygusal bir duruma girme sürecindeyken yaşadığı duygusal (emotional) sessizlik, kişinin dikkatinin konuşulan konudan terapiste ya da terapötik etkileşime kaydığı etkileşimsel (interactional) sessizlik, kişinin seanslarda fikirlerini sorguladığı, konunun karmaşıklığına dair bir farkındalık geliştirdiği ya da kendi deneyimi hakkında bağlantılar kurduğu ve içgörü kazandığı anlarda olan refleksif (reflexive) sessizlik, kişinin o andaki fikirlerini veya hissettiği durum için doğru sözcükleri, ifadeyi, ya da nitelendirmeyi seçmeye çalıştığı dışavurumsal (expressive) sessizlik, kişinin yeni bir içeriğe bir önceki konu ile açık bir bağlantı kurmadan geçiş yaptığı çağrışımsal (associational) sessizlik ve kişinin üzerinde konuşulan olayın ya da konunun detaylarını hatırlamaya çalıştığı anımsatıcı (mnemonic) sessizlik. Levitt ayrıca duygusal, dışavurumsal ve öze-dönüşlü sessizliklerin verim artırıcı, anımsatıcı ve çağrışımsal sessizliklerin nötr; bağlantı kesen ve etkileşimsel sessizliklerin ise engelleyici sessizlikler olduğu şeklinde üst bir sınıflandırma daha yapmıştır.

Psikanalitik teoriden bakıldığında da sessizlik benzer zıtlıkları içerebilir. Freud (1912)’a göre sessizlik terapide direncin oluştuğuna ya da kişinin hayatında erken dönemlerde yaşadığı ve bugün tekrar eden bir sürece işaret edebilir. Calogoras (1967) psikanalitik teoride sessizliğin olası anlamları konusunda yapılan çalışmalardan derlediği yazısında danışanın sessizliğinin olası bazı nedenlerini sıralar: kişinin geçmişindeki bir olayın bilinçdışı tekrarı, sessiz bir nesneyle ilişkinin tekrarı, analistin yorumunun erken ve/veya ayarsız olması, terapide bir çeşit uykuya dalma hali, bilinçdışı bir çatışma belirtisi, danışanın kendisini toparlamak, düşüncesini organize etmek için durması, vb. Bu durumlardan herhangi biri ya da bir kaçının etkisiyle danışan kişi sessiz kalarak bir ihtiyacını ya da bilinç dışı çatışmasını ortaya koyar.

Danışanın sessizliği ne söylüyor olursa olsun psikoterapist tarafından anlayış ve kabul görmesi önemlidir. Olinick (1982), sessizlik esnasında psikoterapist ve danışanın bilinçdışı süreçlerinde bir iletişim gerçekleştiğini ve bunun danışan kişi için ruhsal gelişmenin yolunu açtığını belirtir. Psikoterapistin anlayışı ve kabulü ile danışan sessizliğin kendi yararına olduğunu anlayabilir ve sessizliğin psikoterapideki işlevini kavrayabilir. Böylece iç dünyasına dönerek çalışmaya devam edebilir.

Psikanalitik psikoterapide sessizliklerin önemli olduğu görüşüyle altı çizilen psikoterapistin süreç içinde beliren her sessizlik durumuna teknik olarak sessizlik ile karşılık vermesi değildir. Sessizlik esnasında yoğun kaygı yaşayan bir danışan için psikoterapistin sessizliği bir terkediliş ve ihmal (Coltart, 1991 bknz. Fuller & Crowther, 1998) hissi yaratabilir. Burada psikoterapist teknik olarak ince bir ayar yapmak durumundadır; sessizliğin o danışan için ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışmalıdır ve müdahalesini bu gerçeklik içinde yapmalıdır.

Sonuç olarak, psikoterapilerde ele alınacak olursa sessizliğin, işlevi ya da anlamları ile sürece çok önemli katkıları vardır. Danışanın sözcüklerinin bitmesi ile bilinçdışı süreçler hareketlenmeye başlar. Bu nedenle dirençle karşılanmayan, kabul gören ve çalışılan sessizlik psikoterapist ve danışanın bilinç dışı süreçte iletişim kurmasına ve ruhsal gelişime olanak sağlar.

 

Uzm. Psk. Dan. & Psikoterapist 
Ece Özge Karakuz

 

KAYNAKÇA

  • Bruneau, T.J. (1973). Communicative Silences: Forms and Functions. Journal of Communication, Vol 23, Issue 1, pp. 17-46. Calogeras, R.C. (1967). Silence as a Technical Parameter in Psychoanalysis. International Journal of Psychoanalysis, 48:536-558.
  • Freud, S. (1912). The dynamics of the transference. S.E. 12.
  • Fuller, V.G. & Crowther, C. (1998). A dark talent: Silence in analysis. Journal of Analytical Psychology, 43: 523-543.
  • Gale, J., & Sanchez, B. (2005). The meaning and function of silence in psychotherapy with particular reference to a therapeutic community treatment programme. Psychoanalytic Psychotherapy, 19(3), 205-220. doi:10.1080/02668730500238218
  • Glenn, C. (2004). Unspoken: A Rhetoric of Silence. Southern Illinois University Press, Carbondale. p.17
  • Levitt, H. M. (2001). Sounds of silence in psychotherapy: The categorization of clients’
  • pauses. Psychotherapy Research, 11(3), 295-309. doi: 10.1093/ptr/11.3.295
  • Olinick, S. L. (1982). Meanings beyond words: Psychoanalytic perceptions of silence and communication, happiness, sexual love and death. International Review of Psycho-Analysis, 9:461-472.
  • Reik, T. (1968). The psychological meaning of silence. Psychoanalytic Review, 55: 172-186
  • Tannen, D. (1985). Silence: Anything but. D. Tannen & M. Saville-Troike (Ed.), Perspectives on silence içinde (ss. 93–111). Norwood, N.J. : Ablex Publication.

 

Yazılar