• birincicoguldanismanlik@gmail.com
  • Kartaltepe Mahallesi İncirli Caddesi No:72 Daire:12 Bakırköy/İstanbul
  • +90 501 048 96 18 / +90 543 714 17 10

Yazılar

Varoluş Ve Sanat



Sanat, insanın kaderine karşı en tutkulu isyanıdır”  – Andre Malraux (1994).

Sanat etkinliği ya da estetik bir tavır, öncelikle ontolojiye dayanır. Sonra epistemolojik bir sorun haline gelir. Estetik süje ile estetik obje arasındaki bağ, epistemolojideki süje-obje bağından farklı değildir. İlkinde estetik yargı, ikincisinde epistemik yargı ortaya çıkar. İlki, güzel-çirkin kategorisini, ikincisi doğru-yanlış kategorisini verir. “Plotinus’a göre, nesneler ve ruhun akrabalığı formdan (ideadan) pay almakla olur. Çünkü şekilsiz olan her şey, şekil ve form almak için belirlenmiştir. Fakat kavram ve formdan pay almadığı müddetçe çirkindir. Çirkin, formun ve ideanın hâkim olamadığı şeydir. Tanrısal akıldan pay almamıştır. Güzel bunun tersidir. Algı dünyası ruhun bir taşmasıdır ve bu bakımdan da bir forma sahiptir” (Tunalı, 1983, s. 44). “Plotinus’ta duyulur dünyanın güzelliği renk, form ve ses kategorisi içinde kendini gösterir. Hegel de güzeli, ideanın maddede forma ulaşması diye tanımlar.” (Tunalı, 1983, s. 49). Dolayısıyla, Plotinus bu noktada Hegel’in habercisidir.

İdea, metafiziksel bir öz, tinsel bir anlamdır. Bu anlam maddede forma girer. Sanatçı, Tanrısal ideayı maddede bir biçime, forma sokar. Düzenler, simetri ve uyum oluşturur. Günlük hayatımızda düzen, şekil ve simetri ile form vererek varoluşun devamlılığını, hiç olmazsa, geçici yaşam pratiklerini gerçekleştirmeyi sağlayan durumdur. Bu çaba estetik açıdan değer ifade etmese de, form idea düzeyinde içeriklendirildiğinde, geçici formlar yerine estetik değere haiz formlar yaratıldığında, sanat icra edilmiş olur. İkincisi, hem felsefi hem de terapötik değeri olan sanat etkinliğidir. Estetik etkinlik, bir ruh etkinliğidir. Doğrudan doğruya insandan doğar ve en yüksek tinsel yaratı olarak yine ona döner. Amaç, biyolojik olarak hayvan-insanı, kültürel/simgesel insan-hayvan olarak inşa etmektir. Dışkılayan ve üreyen bir hayvan-insanlıktan, kültür ve simgeler yaratan bir insan-hayvana evrilmenin ontolojik zemini üzerinde estetik objede ahlaki-tinsel ideanın en yüksek forma girmesidir. Bu forma girmenin ontolojik, epistemolojik temeli üzerinde ahlak ve estetik birleşir; Tanrısal bir yüceye ulaşır. Bu noktada varlığın, bilgi ya da etik herhangi bir ilkenin neliği (mahiyeti) sorgulanmaktan çok, estetik değerin insan-hayvanı varoluş olarak devam ettirecek terapatik gücü öne çıkar (Şahin, 2016).

İnsan zamanın öldüremeyeceği bir ruh kazanmak için bedenini bastırır; ölümsüzlüğü satın almak için hazzı feda eder; ölümden kaçınmak için kendini küçültür. Dolayısıyla karakterin savunması içinde sıkışırken, hayatı uzatır. Jung’a göre (2013), insanlar karanlık yanı olan aşağılık, kendinden nefret etme, suçluluk, düşmanlık gibi duygularını bir düşmana yansıtırlar ve bu yolla mücadele ederler. Zamanın bilgili insanı, hiç hayal edemeyeceği ağır bir sorumluluk altında ezilir: Tüketilemeyen hakikatin aşırı üretimi (Becker, 2015, s. 69). Psikanalist Gregory Zilboorg da (1967), insanların yaşadıkları tehlikeli dünya ile sınırlı güçlerinin gerçek ilişkisini görmek zorunda olduklarını söyleyerek nevrotik terapinin bir varoluş sorunu olduğuna dikkat çekmektedir. İnsan, kendi varlığını ve varoluş sürecini devam ettirmek için Tanrısal olana başvurur. Otto Rank’e göre (2001) insan, varlığını ancak kendi egosu dışında inşa edilen bir Tanrı idealiyle uyum içinde yaşayarak sürdürebilir. Rank, psikanalitik klinik anlayışıyla insan yaratığının temel ontolojik güdülerini ilişkilendirir. Ölümsüzlük dürtüsü, ölüm kaygısının basit bir refleksi değil, insanın bütün varlığının hayata bir uzanışıdır. Yaratık bilinci kültür tarafından daima emilir. Kültür, doğaya karşı koyar ve doğayı aşar. Kültür en basit tanımıyla insanlaşamamanın kahramanca bir reddidir.

Çok eski bir terapi şekli olarak kabul edilen sanat terapisi, varoluşçu ve fenomenolojik kökenleri ile yeniden buluşmakta; bu eleştiri çağında psikoterapi, felsefeden kopan diğer alanlarla geleneksel ilişkisini kurma yoluna gitmektedir. Psikoterapi, Otto Rank’ın çalışmalarıyla, analitik yöntemin olgucu yaklaşımındaki dar alandan kurtulup, fenomenolojik yöntemin manevi ve kültürel zenginliğine sahip post-modern yaklaşımın tüm çeşitliliği ile açılan kültürel, simgesel alana yayılma olanağına kavuşma yoluna girmiştir. 

Psikoterapi, insanı holistik kavrayabilecek tüm yapıp-etmeleriyle, kültürel ve simgesel varlık alanıyla ilişki kurarak tek yanlı, analitik ve pozitivist bakış açısının yetmediğini görmüştür. İnsan kültürünün en etkili ve kapsayıcı etkinliği olan sanat, işte bu yolla psikoterapiye katkı sağlamaktadır. Terapinin doğrudan ve zengin bir beslenme kaynağı haline gelir. Bu buluşmayı sağlayan ise felsefedir. Sanat böylece, felsefenin yaptığını yapar; felsefi terapinin estetik yanını temsil eder. Estetik felsefe, tıpkı, kendisinden kaynaklandığı salt felsefe gibi, kişiyi bütün olarak kapsar ve kavrar. İnsanın bedenini, zihnini ve ruhunu sentezler. Hıristiyan ermiş Assisili Francesco’nun deyimiyle, “Elleriyle çalışan, işçidir; elleri ve kafasıyla çalışan zanaatkârdır; elleri, kafası ve kalbiyle çalışan ise, sanatçıdır.” (Rubin, 2010, s. 85). Klinik nörobilim alanında yapılan son zamanlardaki araştırmalar, beyin fizyolojisi ile sanat yaratımı arasında daha fazla ilişki olduğu yönündedir (Rubin, 2010, s. 85). 

Ancak sanat, Francesco’nun vurguladığı gibi salt beyinle üretilen bir yaratı değildir. Sanat insana ve dünyaya bütün olarak bakar. Rank’a göre sanatçı, bütün dünyaya sahip çıkar, dünya tarafından yönetilmek yerine, onu kendi kişiliğinde yeniden şekillendirir ve sanat eserinde yeniden yaratır. “Nevrotik ise kesinlikle bunu yaratamayan kişidir… O sanatkâr olamamıştır. Hem sanatkârın hem de nevrotiğin üstesinden gelemeyecekleri işlere kalkıştıklarını söylenebilir ancak sanatkâr bu işi kendinden çıkarır ve dışsal, aktif bir sanat projesi olarak objektif bir şekilde üstesinden gelir. Nevrotik, çok özel bir eserde somutlaşmış bu yaratıcı tepkiyi düzenleyemez ve dolayısıyla içe dönüşlerinde boğulur. Sanatkâr da, aynı geniş kapsamlı içe dönüşlere sahiptir, ancak onları araç olarak kullanır.” (Becker, 2013, s. 253).

Genel olarak sanat, olumsuz fikir ve duyguların boşaltılması için en iyi terapi yollarından biridir. Bu tip fikir ve duygular, sanat aracılığıyla “güzel” ya da “yüce” ideasının estetik forma sokulup düzenlenmesiyle; simetri, oran ve biçime kavuşmasıyla, iyileştirilebilir. Olumsuz fikirler ve duygular sanat yoluyla daha kolay dile getirilebildiği için (Becker, 2013) sanatçının yarattığı kendine ait öznel dünyanın dışavurumunda forma sokulabilir. Çirkinin estetik idea ile güzel formuna, kötünün aksiyolojik idea ile iyi formuna sokulması, Kant’ın “yüce” kavramıyla adlandırdığı erdemde birleşir. Sanat ile ahlak, bu kez, form vermede birleşir. Her ikisi de form vererek sağalır. Sağaltım, hasta-doktor ilişkisiyle sınırlandırılabilecek klinik bir vakaya işaret etmez. Aksine, sanat ve ahlak terapisinde hasta da doktor da öznedir, yani tüm insanlardır (Şahin, 2016).

Sanat, felsefi bir değer olarak, doğru-yanlış, iyi-kötü, var-yok gibi bazı kategorik ayrımlara da kapalıdır. Sanat fenomeni, salt estetik hazzın ötesine geçerek hemen her türlü zıtlıkları eşitler; estetik yargıyı bütün diğer yargıların üstünde görür. Çünkü sanat, süjesi ve aynı zamanda nesnesi olabilen insanın aynası olarak, karmaşık doğaya sahiptir. İnsan kadar karmaşık doğası olan belki de onun yarattığı, kendi varoluşuna ayna tutan sanatıdır (Şahin, 2016).

Plotinus, Platon ve Aristoteles’in yolundan giderek katharsisin güzel ile gerçekleşeceğini belirtir. Varoluşsal ve kalıcı bir mutluluğa götüren yol, salt güzel ve güzelliğe ulaştıran yoldur. Oysa salt güzelliğin kaynağı, hiçbir tanıma sığmayan hakikat ve bu hakikatte gömülü olan iyi ve güzeldir. Sanat, katharsisi ve sonucunda gerçekleşecek olan mutluluğu, göreli yollarda değil, iyi ve güzelin kaynağı olan salt hakikatte arar. Plotinus güzel yoluyla katharsisin mümkün olduğunu söyler. 

Plotinus’a göre, ruhun güzelliği algıyla kavranabilir bir güzellik değildir, ruh tarafından doğrudan doğruya kavranan bir kavramdır. Çünkü ruhun güzelliği, ruha göre aşkın olan bir güzellik değil, içkin bir güzelliktir. Katharsise dayanır. Bu da ancak ahlaki bir güzellik olabilir. Çünkü ahlaki güzellik genel olarak iyi eylem ve erdemle aynı şey olmuş olur. İyi, hyle’den kurtulmuş olandır. Hyle’ye bulanmış olan kötü ve çirkindir. Güzel aynı zamanda iyi olduğu için, Nous, doğrudan doğruya güzel olan şeydir; Nous ruhu güzelleştirir; sonra şekil veren ruhtan, davranışlardaki ve eylemlerdeki güzellik meydana gelir ve son olarak da güzel olarak adlandırılan bedenleri bu ruh güzel kılar. Zira ruh, Tanrısal bir şeydir ve güzelin belli ölçüde bir parçasıdır; bundan ötürü de onun dokunduğu ve hâkim olduğu şey güzelleşir. Ahlaki karakterde olan bu güzel, kaynağını Bir’in ilk taşması olan Nous’ta bulur. Güzel ve aynı zamanda iyi, maddeden, karanlıktan olabildiğince katharsistir. Arınma ne denli fazla ise güzellik o derece güçlüdür (Tunalı, 1983, s. 50-51).

Peki, bu sanatsal yolculuk, gerçek varlığa erişebilir mi? Erişmedikçe iyi ve güzeli bir arada nasıl görüp mutlu olabilecektir?“Platon, sanatı, sanat eserini marangoz-masa örneğinden hareketle bir gerçeğin ‘kopyasının kopyası’ olarak değerlendirir. Bu kavrayışı ve bakışında sanatı duyguların denetimsiz coşkusunun eseri olarak görüp eleştirse de sanat terapisi açısından çok önemli bir noktanın altını çizer. Ona göre, sanat eseri bir gerçeğin özgün varlığı değil, bir kopyanın kopyası olacaktır. Ne ki mimesis etkinliği ile gerçek varlığa hiçbir zaman erişilemez.” (Tunalı, 1983, s. 80-81).

Kendi içine yönelmek her zaman kendini belli biçimde sınırlandırmak demektir. Krizler, kendi varlığımızın sorumluluğunu maddi ve manevi olarak dış güvencelere bırakmaya iter. Varoluşla bilinçli bir mücadeleye girmek, ara vermek ve varoluşun alanını tanımak ve orada yaşamak demektir. Bu şekilde yaşanılan varoluş, kendi sınırlarını bilir ve her türlü sınır kaldırıcı bozma girişimine karşı, belirgin karşı çizgi çeker (Mussenbrock, 2013, s. 63). Çok yönlü ve yöntemli olup hem anlamaya hem de sağaltıma dayanır.

Sanat tüm çeşitliliği ile insanın varoluşsal bütünselliğine hitap eder. Georg Simmel’in deyimiyle, sanatın bizi varoluşun bütün ayrıntılarından ve tek yanlılığından kurtarması, belki de sanattan kaynaklanan bireyselliğe özgü sınırsızlığın, içimizde hayat bulmasındandır (Akt. Artun, 2015, s. 48).

Biz sanat icra etmek için nesnelere dokunduğumuz ya da onları biçimlendirdiğimizde, dünyaya temas etmenin tecrübesini yaşıyoruz demektir. Gerçekten de böylelikle hali hazırdaki varlığımızı hissetmekteyiz. Yaratma doğal olarak vardır. İnsan yaratırken çizer ya da boyarken yeme içmeyi, seksi bile iptal edebilir.

İmajın, yani görüntü ya da resmin büyülü bir gücü vardır. Sanatçılar, kendi yaratıcı güçleri kadar kendi imgelerinin kaynağını bulmak için sürekli içe dalarlar. Bu, son zamanda değil, insanın içindeki dünyayı keşfetme, bilme ve temsil etme saygın bir estetik hedef olarak belirlenmiş olmasının çok eskilere kadar giden geleneği vardır. Felsefenin temel meseleleri sanat icraatında yöntem belirleyici, içerik tayin edici ve imgelere anlam verici olmak üzere yapıtın başından sonuna dek etkindir. Felsefesiz bir sanat ve sanatsız bir terapi işte bu yüzden düşünülebilir olmaktan çıkmaktadır. İçe dalma yöntemi ile sanatçılar ruhlarında gömülü realiteleri yansıtırlar. 

 

Uzm. Psk. Dan. & Psikoterapist 
Ece Özge Karakuz

 

KAYNAKÇA

Artun, A. (2015). Bir Muamma Sanat Hayat Aforizmalar. İstanbul: İletişim Yayıncılık.

Becker, E. (2013). Ölümü İnkâr. (Çev. A. Tüfekçi). İstanbul: İletişim Yayıncılık.

Jung, C.G. (2013). Keşfedilmemiş Benlik. İstanbul: Barış İlhan Yayınevi.

Malraux, A. (1994). İnsanlık Durumu. (Çev. A. Er). İstanbul: Oda Yayınları.

Mussenbrock, A. (2013). Felsefeyle Terapi. (Çev. N. Ermiş). İstanbul: Büyülüdağ.

Rank, O. (2001). Doğum Travması. (Çev. S. Yücesoy). İstanbul: Metis Yayınları.

Rubin, J.A. (2010). Introduction to Art Therapy. NY: Wiley.

Şahin, F. (2016). Sanat Terapisinin Felsefi Boyutları, Mediterranean Journal of Humanities, 6(1), 169-183,

Tunalı, İ. (1983). Grek Estetik’i. İstanbul: Remzi Yayınevi.

Zilboorg, G. (1967). A History of Medical Psychology. Baltimore: The Narton Library.

Yazılar