• birincicoguldanismanlik@gmail.com
  • Kartaltepe Mahallesi İncirli Caddesi No:72 Daire:12 Bakırköy/İstanbul
  • +90 501 048 96 18 / +90 543 714 17 10

Yazılar

Yalnızlıklar Karşılaşması



http://enstitufabrika.com/yalnizliklar-karsilasmasi/

“Uzak Denizler, Uzak Yakınlıklar İçinde

Bir Kadırgada İki Korsan.”

Murathan Mungan

Yalnızlık, yüzyıllardır dünyanın her yerinde ve bütün kültürlerde, edebiyatta, felsefede, psikolojide, şiirde ve şarkılarda işlenmekte olan bir tema olarak karşımıza çıkmaktadır. Evrensel bir yaşam tecrübesi yani insanlar tarafından bilinen en yaygın tecrübelerden biri olmasına rağmen tanımlanması çok zordur. Yalnızlığın deneysel olmayan tanımları pozitif ve negatif çağrışımlarla doldurulmuştur (Adler, 1993; Moustakas, 1961). Ölçülmesi neredeyse imkansızdır ve çoğu zaman bireyler için bir başkasına yalnızlığını ifade etmesi acı veren bir durumdur (Brage, Meredith & Woodward, 1993). Tarih boyunca yalnızlık etrafında örgütleşen tartışmalar, yalnızlık hissinin evrenselliğini göstermekte ve yalnızlığın, insan olmanın genlerinden geldiğini bize göstermektedir (Paula, 2011; Çev. Zengin & Kızılgeçit). 

Yalnızlığı ele alırken iki biçiminden ve anlamından söz edilebilir. İlki ontolojik/varoluşsal yalnızlık, diğeri ise sosyal/sosyolojik yalnızlıktır. Ontolojik yalnızlık, pek çok varoluşçu filozofun da ifade ettiği gibi, bireyin tekliğinden kaynaklanır. Birey bu dünyada, kendi varoluş sorumluluğuyla, özgürlüğüyle, diğerlerinden farklı, kendine özgü bir birey olarak vardır. Sosyal yalnızlık ise bireyin diğerleriyle ilişkilerinin bozulmasından, diğerleri tarafından dışlanmasından ve başkalarından yoksun olmaktan kaynaklanır (Günay, 2015). 

Gasset’ye göre de, “…insan yaşamı, dar anlamıyla başkasına aktarılamaz olmasından ötürü özünde yalnızlık’tır, kökten yalnızlık.” (Günay, 2015). Gasset, insan yaşamının temelindeki kökten yalnızlığın nedenleri ve görünümleri konusunda ise şunları söyler: “…İnsan yaşamının, insanoğlunun varlığının kökten yalnızlığı, gerçekte kendisinden başka şey bulunmamasından değildir. Tam tersine: Kendisinden başka koskoca bir evren vardır, tüm içindekilerle birlikte. Yani sonsuz şeyler vardır, ama –mesele de bu zaten!- onların ortasında insan, kökten gerçekliğinde, yalnızdır, onlarla yapayalnızdır ve o şeylerin arasında diğer insan varlıkları da olduğuna göre, onlarla birlikte yalnızdır. Bir tek varlıktan başkası bulunmasaydı, yalnız demek tutarlı olmazdı. Biricik olmanın yalnızlıkla hiçbir ilgisi yoktur. …Yalnızlık her zaman için birisinin yalnızlığıdır, yani bir yalnız kalma ve özlem duymadır. …Başkalarından yoksun kalmak. İster çekip gitmiş olduklarından, ister öldüklerinden; her şekilde, bizi bıraktıklarından, bizi… Yalnız bıraktıklarından ötürü. Ya da bizim onları bıraktığımızdan, onlardan kaçıp, çöle, çileye çekilip, mone hayatı sürdüğümüzden” (Günay, 2015).

Yalnızlığı baktığımız diğer iki kavram: Yaratıcı yalnızlık ve bunaltıcı yalnızlıktır. Yaratıcı yalnızlık ve bunaltıcı yalnızlık arasında da bazı ayrımlar yapmak mümkündür. Yaratıcı yalnızlık, bilim, edebiyat, sanat, din ve felsefe alanlarında yaratıcılığı besleyen bir hazırlık, mayalanma ve oluşum dönemi/halidir. Uygarlık tarihinde iz bırakmış pek çok kişinin böyle bir yalnızlık süreci geçirdiğini görebiliriz. Bunaltıcı yalnızlık ise, sosyal ilişkilerin bozulmasından, insanın kendisine, çevresine ve topluma yabancılaşmasından kaynaklanan, ilişkilerinin çeşitli nedenlerle sağlıklı biçimde sürdürememesinden kaynaklanan ve bazen de psikolojik sorunlara yol açan bir haldir. Ancak insanın her bunalımı da, onun ruh sağlığını bozan bir unsur olarak da görmek doğru değildir. Çünkü ontolojik yalnızlığın getirdiği ve bireyin hesaplaşması ve aşmaya çalışması gereken bunalımlar da söz konusudur (Günay, 2015).

Yalnızlık ve birliktelik, birbirini kapsar, birbirine dönüşür ve etkileşim söz konusudur. Bir bakıma yalnızlık süreçlerini yaşamış, yalnızlık bilince ulaşmış, ontolojik yalnızlığının farkında olan bireylerin, diğerleriyle daha yapıcı, anlamlı ve değer taşıyan ilişkiler kurabilmesi mümkündür. Bu nedenle yalnızlık, insanın birlikteliklerinin anlam ve değerinin öğrenilebilmesi ve değerlendirilebilmesi açısından da gereklidir.

Yalnızlık hissini betimlemek için farklı bir dil kullanılır ve sıklıkla bu fenomenin negatif yönüne odaklanır: kapalı kapılar, kilitli odalar… Bir bireyin en kutsal yerinin boşluğu, en yaygın sembolleri ve metaforlarıdır. Yalnızlığın, istenilmeyen ve hoşlanılmayan algısı, bu fenomenin anlaşılma eksikliğini gidermede bir artı sağlayabilir. Yalnızlık fenomeni, sağlıklı ve kaliteli bir hayat için açık bir şekilde önemlidir (Paula, 2011; Çev. Zengin & Kızılgeçit).

Yalnızlık, aynı zamanda kişinin özgürlüğü ve kişiliğin özgür gelişimiyle de ilgili bir kavramdır. Kişinin yalnızlığı ve mahremiyeti, bir bakıma onun toplumun her türlü baskı ve dayatmalarına karşı koyma ve korunabilmesi demektir. İnsanın insan olmasında ötekilerine, toplumsal ilişki, kurum ve ortamlara ihtiyacı olduğu kadar, aynı zamanda yalnızlığa da ihtiyacı vardır. Burada söz konusu olan yalnızlık, bireyin kendini tanıma ve keşfetme süreciyle ilgilidir. Sürekli gözlenen, gözaltında tutulan bir insanın yalnızlığından ve mahremiyetinden söz edilebilir mi? Burada karşımıza çıkan politik baskı ve gözlem mekanizmaları, insan ilişkileri açısından, birlikteliklerimiz kadar yalnızlıklarımıza da sahip çıkmamız gerektiğini gösterir (Günay, 2015).

Literatürde yalnızlığın üzerinde anlaşılmış ve tutarlı bir tanımının yapılmamış olması; her bir yazarın bu fenomene bireysel bakış açısıyla yaklaşmasından kaynaklanmaktadır. Peplau ve Perlman (1982) yalnızlığı sekiz farklı teorik yaklaşımla tanımlamışlardır: psikodinamik, fenomonolojik, varoluşçu-hümanist, sosyolojik, etkileşimci, bilişsel, mahremiyet ve sistematik. Bu kategoriler, örtüşen ve üzerinde anlaşılan bir fenomenin geniş tanımlanmasıdır (Peplau, Micell & Morasch,1982). Psikodinamik kuramcılara göre yalnızlık, kökleri bebeklik döneminde bulunan ve bireyin gelişim sürecinde sosyal ilişkilerinin kalitesine göre hayatındaki yeri ve etki düzeyi şekillenen olumsuz bir duygu durumu gösterilmektedir (Yakut, 2019). Varoluşçu kuramda yalnızlık; her insanda potansiyel olarak bulunan, insan varlığının bir parçası, nedenlerinin araştırılmasına gerek duyulmayan, kaygı duygusuna neden olmaktan çıkarıldığı ölçüde kişinin gelişimine katkı sağlayan bir özelliğe sahip duygu durumu ele alınmaktadır (Yakut, 2019). Bilişsel kuramda, sosyal yetersizlik ve yalnızlık arasında bir ilişki kurarak kişinin hayat algısını vurgulayan bu yaklaşıma göre; birey, yalnızlığı sahip olduğu ilişkiler ile sahip olmayı arzuladığı ilişkiler arasında bir farklılık algıladığında ve sosyal ilişkilerinden doyum alamadığında yaşar. Bunun temel nedeni olarak da kişinin kendisine ve sosyal ilişkilerine yüklediği yetersizlik ve güvensizlik algısıdır. İnsanlar arası ilişkilere ve insanın kendi dışındaki etkenlere vurgu yapan sosyolojik kuramda, yalnızlığı çocukluktan itibaren dış etkenler temelinde ortaya çıkan ve gelişen, insanın yaşam ve gelişim sürecini güvene dayalı ve doyum sağlayıcı bir ortamda sürdürmesi halinde pasifize edebileceği bir duygu durumu olarak değerlendirmektedir  (Yakut, 2019). Etkileşimsel kurama göre yalnızlık, kişinin bağlanma ve ait olma duygularının doyuramadığı durumlarda bireysel ve toplumsal faktörlerin ortak etkileşiminin sonucu oluşan ve kişinin tercihlerinin dışında gelişen ve onu bir nevi özne yerine nesneleştiren bir duygu durumudur (Yakut, 2019).

Mijuskovic (1979) şöyle yazmıştı: Yalnızlık anlam ve his olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Anlam olarak herhangi birisinin egosuyla bağlantılı olmayan ezici arzular ve bir başkasının egosu veya objesiyle bağlantılı olan ezici duygulardan oluşmaktadır. Duygu olarak yalnızlık kendi farkındalığıyla ve hiçliği/anlamsızlığıyla yüz yüze gelme bilinci olarak ortaya konmuştur. Fakat bu anlamsızlık yalnızlıkla özdeştir ve ilk anda hissedilen nitelikte görülmektedir. May (1967) yalnızlık hissi ve anlamsızlığın birlikte gittiğinde hemfikir olmuştur. Frankl (1963) yalnızlığı insanların en dehşetli durumlarda bile anlam arayışı içerisinde olmaları, bu zor şartların üstesinden gelmesine hizmet eden bir araç olarak düşünmüştür .

Zilboorg (1938) yalnızlık tartışmasında yalnızlığın, bir bireyin hayatındaki anahtar bir araç olduğunu ifade etmiştir. O sevilmenin ve hayran olmanın güzelliğinin sevincini, bir taraftan da küçük ve zayıf olmanın ve bir başkasını sevindirmenin bir ihtiyaç olmasının meydana getirdiği şoku tartışmıştır (Winnicott, 1965).

Bowlby (1973) yalnızlık bazı özel ilişki tarzlarının yokluğuna bir tepki olduğunu ortaya koymuştur. Sullivan (1953) ve Bowlby, her kişide yalnızlığın gelişimsel bir bağlam içerisinde meydana geldiğini ve bağlamın gelişimin farklı aşamalarındaki sosyal ilişki (Interactions) /iletişimin farklı tarzları için var olan ihtiyaçların yerine getirilmemesi ile ilgili olduğunu belirtmişlerdir. Bu yazarlar farklı yalnızlık çeşitlerinin olduğuna inanmışlardır. Yalnızlığı, duygusal yalnızlık ve sosyal izolasyon /soyutlanma şekilde isimlendirmişlerdir. Lopata (1969) yalnızlığı şu şekilde tanımlamıştır: Yalnızlık, bireyin sosyal ilişkilerde elde etmek isteğiyle, elde ettikleri arasındaki fark durumunda hissettikleridir. Peplau, Micell ve Morasch (1982) yalnızlığı, sosyal ilişkiler değerlendirmesi için devam eden sürecin bir sonu olarak görmüşlerdir. Onlar için yalnızlık bireyin içinde meydana gelen içsel bir olayın sonucudur. Sadler ve Johnson (1980) yalnızlık bireyler için sosyal zorlamanın tatmin edilemeyen bir tecrübesidir. Onlar yalnızlığı, niteliksiz ve yetersiz bir sosyal ilişki ağı ayrıca bireyin tatmin edilmeyen duygularının bütünü olarak ifade etmişlerdir. Sadler ve Johnson (1980) yalnızlığı beş boyutta değerlendirmektedirler.

1-Psikolojik Yalnızlık: Bireyin kendi içsel dünyasında yaşadığı kırılganlıklardan kaynaklanan duygu durumunu ifade eden yalnızlıktır. 

2-Kişiler Arası Yalnızlık: İnsanlar tarafından tecrit edilmişlik algısının oluşturduğu ve herkesin yaşayabileceği evrensel nitelikte yalnızlıktır. 

3-Sosyal Yalnızlık: Aidiyet hissedilen bir sosyal gruptan dışlanmışlık algısının oluşturduğu yalnızlıktır. 

4-Kültürel Yalnızlık: İnsanların kültürel değerlere yabancılaşmasının bir sonucu olarak oluşan ve kuşaklar arası çatışmalara da kaynaklık edebilme potansiyeli barındıran yalnızlıktır. 5-Kozmik Yalnızlık: Tanrı’dan veya doğadan uzaklaşma sonucu oluşan yalnızlık (Yakut, 2019). Moustakas (1961-1972) yalnızlık konusuna yeni bir bakış getirmiştir. Yalnızlığın, acı verebilir olduğunu buna karşın insanlar için yalnızlık duygusunun doğuştan gelen ve sürekli olan neşelendirici ve coşturucu bir tecrübe olabileceği düşüncesini ortaya koymuştur (Günay, 2015).

Kierkegaard (1985)’a göre birey olabilmek için bir kimsenin varoluşun yokluğunun korkusunu kabul etmesi lazım. Bu kabul ile bir birey yalnızlığın korkusuyla yüzleşir, böylece bir birey olabilirler. Yine ona göre bireyler, ne olmak istedikleri konusunda cesaret ve istek sahibi olmalıdırlar. Yalnızlıkla baş edebilmek için tek yol ise bu olabilir. Şayet birey yalnızlığı yeterince derinlemesine hissederse bu duygusunu çok derin bir şekilde paylaşabilir. Yine ona göre insanlar hakikati ancak kalabalıklardan kendilerini ayrı tutarak bulabilirler. Arkadaş olmak yalnızlık için insan varoluşunun kalbine girmektir. Kierkegaard’ın görüşlerini daha da genişleten Schopenhauer (1999)’a göre ise bağımsızlık insan yalnızlığının doğrudan bir sezgisidir. İnsanlar kendileriyle baş başa kalabildikleri sürece yalnız kalabilmişlerdir ve yalnızlığı sevmeden ve bağımsızlığa âşık olmadan bir birey olunamaz. Diğer bir deyişle bir kimse tek başına kalabildiği sürece hürdür.

Merlau-Ponty (1968) yalnız olmanın, birey niçin yalnızdır ve yalnızlığı nasıl aşabilir sorularını sorarak anlam arayışında olmanın bir yazgı olduğunu kabul eder. Tillich (1963) yalnızlığın iki yönünü ifade etmek üzere, İngiliz dilinde iki kavramın oluşmasına öncülük etmiştir: Yalnız olmanın acısını ifade etmek üzere “yalnızlık (Loneliness)”; yalnız olmanın ihtişamını ifade etmek üzere de “kendi başına olma (Solitude).” O yalnızlığı, bir kimsenin çevresinden ayrılma nedeniyle tek başına kaldığında veya birisinin kendisini tamamen izole edilmiş ve yanlış anlaşılmış hissetmesi durumunda meydana geldiğini varsaydı. Bundan ayrı olarak, yeni fikirler icat etme gücü ile sonuçlanan ve iç gözlemi teşvik eden yaşamın bakış açıları için yalnızlığın gerekli olduğuna da dikkat çekti (Paula, 2011; Çev. Zengin & Kızılgeçit).

Yalnızlık, insanın varoluşunu anlama bakımından da önemli bir kavramdır. İnsan ilişkileri de yalnızlık ve birliktelik arasında devinir, dönüşür ve süregider. Fiziksel olarak hayatta kalmaktan, duygusal olarak ilişkilerden beslenmeye ve görülmeye, kimliğimizin inşasından değerlerimize  ve inançlarımıza, hayatımızın her alanında ötekinin varlığı kendini hissettirir, hissettirmeye devam edecektir (İçöz, 2020). Kendi deneyimimiz içinde yalnızızdır.

Yalnızlık- ilişkisellik ikileminde iki uçtan birine gitme tehlikemiz de vardır. Kendimizi ilişkilerin içine çok atmaya ve böylelikle yalnız kalma ihtimalimizi minimuma indirmeye çalışırız. Ya da ilişkiler çok karmaşık çok anlaşılmaz geldiği için kendimizi yalnızlığa çekeriz (İçöz, 2020).

Kendimize yalnız kalma izni verdiğimizde içeride inanılmaz zengin bir dünya olduğunu görürüz. Bahsettiğim zenginlik entelektüel ya da fikri bir zenginlik değil; dünya da var olduğum sürece karşılaştığım her şey bende bir yankı uyandırır. Bu yanlar bazen arzular şeklinde (ne yapmak isterim, nereye gitmek isterim gibi soruların cevabına karşılık olarak), bazen duygular şeklinde (karşılaştıklarım ve seçtiklerim bana nasıl gelmiş, yaşadıklarıma karşı ben nasıl içsel cevaplar vermişim), bazen çağrışımsal düşünceler şeklinde (gördüklerim ve hissettiklerim bana neleri anımsatıyor; anımsama bağlarını kurdukça kendi içimde bütünleşirim) ve bazen de yaratıcılık olarak (karşılaştıklarımla ilgili hissettiklerim beni nasıl spontane bir eyleme sevk ediyor sorusunun cevabı şeklinde) kendini gösterir (İçöz, 2020).

Sadece ilişkilerden korktuğunuz için kendinizi yalnızlığa mahkum etmemeye; sadece yalnızlıktan korktuğunuz için de kendinizi istemediğiniz ilişkilerin içine kilitlememeye; içeride doğanları dışarıda yeşertmeye; içerisi ile dışarıda buluştuğunuzda canlılık baş göstereceğine inanmak gerekir. Bunun içinde hem yalnızlığa hem ilişkiselliğe sahip çıkmamız gerekir  (İçöz, 2020).

İlişkilerde yorulduğumuzda kendi merkezimizi bulmak, kendi arzularımız ve deneyimlerimizle tekrar bağ kurmak üzere çekilebiliriz. Keza yalnızlığımız kurak, kendi kendini yiyen ve bizi aç bırakan bir hale geldiğinde de tekrar ilişkiler ağına kendimizi bırakabiliriz. Bu iki ihtimalin tehlikeye dönüştüğü nokta, kendimizi sadece ilişkilerde veya yalnızlıkta var etmeye çalıştığımız noktadır. Kendimizi sadece ilişkilerde var edersek, o zaman kendimizi kendimizle baş başa bırakma böylelikle kendimizi dinleme şansımızı ihmal etmiş oluruz.

Yalnızlık hakkındaki mevcut perspektifler, yalnızlığı genellikle sosyal eksiklik problemi olarak kabul eder ve yalnızlık hissi nosyonu psikopatolojik veya duygusal yalnızlığa benzer bir şekilde ortaya koyar. Yalnızlık insani koşullarda ve ferdin bireysel özgürlüklerinde, seçimlerinde, yönelimlerinde ve sorumluluklarında temel esas olarak kabul edilir. Doğal olarak bu yalnızlık tanrı, ölüm, yaşamın anlamı, neşe, hüzün, umut, umutsuzluk, mutluluk, mutsuzluk gibi düşüncelerle, çeşitli korku ve kaygıları da barındırır. Hatta denebilir ki insan söz konusu olduğu için bütün bu kavramlar iç içedir (Tarım, 2020)

 

Uzm. Psk. Dan. & Psikoterapist 
Ece Özge Karakuz

16.05.2021

 

KAYNAKÇA

  • Adler, G. (1993), The Psychotherapy of Core Borderline Psychopathology, American Journal of     Psychotherapy, 47, 194-205. 
  • Brage, M. E., Meredith,W., & Woodward, J. (1993), Acausal Model of Adolescent Depression, Journal of Psychology, 128, 455-468.
  • Frankl, V.(1963), Man’s Search for Meaning (I. Lasch, Trans.). New York: Pocketbooks. (Original Work Published 1946).
  • Günay, M.(2015). Yalnızlık ve birliktelik arasında insan ilişkileri. Temaşa , no.3, 98-105.
  • İçöz, F. J. (2020) Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği, Doğan Navus Yayınları, İstanbul.
  • Kierkegaard, S. A., (1985), Fear and Trembling (A. Hannay, Trans.). New York: Penguin  Books. (Original work published 1843).
  • May, R.(1967), The Meaning of Anxiety, NewYork: W.W. Norton.
  • Merleau-Ponty, M.(1968), The Visible and The Invisible. Evanston, IL: Northwestern  University Press.
  • Moustakas, C. E., (1961), Loneliness, New York: Prentice-Hall.
  • Peplau, L. A., Micell, M., & Morasch, A. (1982), Loneliness and Self-Evaluation. In L. A. Peplau & D. Perlman (Eds.), Loneliness: A Sourcebook of Current Theory, Research, and Therapy (pp. 135-151), New York: John Wiley & Sons.
  • Paula, K. (2011) Yalnızlık Hissi: Teorik Yaklaşımlar (Çev. S. Zengin, M. Kızılgeçit) Din bilimleri Akademik Araştırma Dergisi , Cilt 11, Sayı 3, (orijinal yayın tarihi 2005)
  • Sadler,W. A., & Johnson, T. B. (1980), From Loneliness to Anomia, In R. Audy, J. Hartog, & Y.A. Cohen (Eds.), The Anatomy of Loneliness, New York: International University Press.
  • Schopenhauer, A. (1999), Studies in Pessimism. New York: The Modern Library.
  • Tarım ,R. (2020) , Necatigil, Rilke Ve Yalnızlık, Türklük Bilimi Araştırmaları Journal of Turkology Research 47. Sayı / Volume 2020-Bahar / Spring
  • Sullivan, H. S.(1953), The Interpersonal Theory of Psychiatry. New York: W. W. Norton.
  • Winnicott, D. W. (1965), The Capacity To Be Alone. In D. W.
  • Yakut, S. (2019), Yalnızlık – Psikososyal bir Bakış , İksad Yayınevi, Ankara.
  • Zilboorg, G. (1938), Loneliness, Atlantic Monthly, 161, 45-54.

Yazılar