Varoluşçu Terapi
Tarihçesi
Psikoterapide varoluşçu yaklaşımlar kuramsal bir yaklaşım olmaktan daha çok bir tutumdur. Varoluşçu Terapinin ( VT ) kaynağı: varoluşçu felsefeden ve fenomenolojiyi inceleyen çalışmalardan gelmektedir. Varoluşçu Terapi okulu içinde iki genel yaklaşımın olduğu görülmektedir. Birincisi analitik yaklaşımdan (içeriğini tam olarak kabul etmiyor olsalar da) kaynaklanan Avrupa yaklaşımıdır, ki burada insanların yaşadığı trajedik durum ve sınırlılıkları vurgulanmaktadır. İkincisinde insan potansiyeline ve etkileşime odaklaşılmaktadır ve 1960 ‘ larda ABD de çıkmıştır. Bu yaklaşım Carl Rogers , James Bugental ve Abraham Maslow ‘un çalışmalarıyla örneklenen insancıl okulla da doğrudan ilişkilidir. Pek çok kaynak bu yaklaşımın kurucusu olarak varoluşçu filozof Soren Kieregaard’ı görürler ve Schopenhauer , James Bugental,Emmy van Deurzen,Victor Frankl ,Eric Fromm,Rollo May ve Ernesto Spinelli’dir. Özellikle Frankl ‘ın Man’s Search for Meaning ( insanın anlam arayışı ) adlı kitabı önemli katkılar sağlamıştır.( Nazi toplama kampı yaşantısı – Logoterapi )
Varoluşçu psikoterapi 1958’de May , Angel ve Ellenberger ‘in birlikte yayına hazırladığı Varoluş: Psikiyatri ve Psikolojide Yeni Bir Boyut adlı dergide resmi olarak ABD’de tanıtıldı. Varoluşçu psikoterapi hakkında ilk kapsamlı kitap , Irvın Yalom tarafından yazılmıştır(1980) ve başlığı varoluşçu psikoterapidir. Hem bu kitapta hem de ardından gelen vaka incelemesi kitapları hem de romanları bu alandaki bir psikoterapistin terapötik bir seansta aslında ne yaptığını detaylı bir şekilde göstermeye çalışmıştır.
Temel Kavramlar
Heidegger’e göre (1962) var olmanın iki temel şekli vardır. İlki otantik olmayan moddur.Bu şekil kişinin kendi hayatını anonim bir hayat olarak yaşamasıyla karekterize edilir. Otantik olmayan mod kendisi için sorumluluk almaktan kaçmak ,toplumun onaylanmış alışkanlıkları ve mevcut gelenekleri dışına çıkmadan sahte bir güvenlik duygusu içinde yaşamak yani kişisel özgürlüğün kamunun iradesine ve rastgele tercihlere kurban edilmesi demektir. ‘’ Tüm sınırlamalar kişiyi mutlu kılar. Görme, etki ve temas alanımız ne denli dar ise o denli mutlu oluruz; ne denli geniş ise o denli sıklıkta kendimizi azap içinde ya da ürkütülmüş duyumsarız. Çünkü bu alanla birlikte kaygılar, istekler, ürkünç şeyler de çoğalır ve büyür...’’ Schopenhauer
Varoluşun ikincil şekli ise otantik mod’dur burada kişi kaygı hissetse de kendi hayatı için sorumluluk alır. Kendini kalabalık içine bırakmaktansa kendi benzersizliğinin farkına varır ve aslında olması gerektiği gibi olmaya çabalar. Varoluş şekillerimizi açıklamaya çalışan bir diğer görüş te şöyledir . Fiziksel dünyadaki varoluşumuz, sosyal kişilerarası ilişkilerdeki dünyada varoluşumuz, içsel psikolojik dünyamızda varoluşumuz . Gerçekten otantik olarak var olma bu üç gerçeğe birden katılmakla olur. Ancak bizler bunlardan birinde yada ikisinde kendimizi rahat hissettiğimiz için hepsini kullanmayız.
Nihai Konular
Ölüm: Nasıl yaşarsak yaşayalım bir gün varlığımız sona erer. Hayatlarımızı bu farkındalığın gölgesinde yaşarız. Ne kadar görmek istemesek te ölüm pikniğimizi yaparken uzaktan görünen fırtınadır.Bu gerçekle donakalmış olarak yaşayamayacağımız için ölümü yadsımak için metotlar geliştiririz. Kendimizi çocuklarımız vasıtasıyla geleceğe yansıtarak, zengin ve ünlü olmaya çalışarak, kompülsif davranışlar geliştirerek ,bir kurtarıcıya dair sarsılmaz inançlar geliştirerek ölüm korkumuzu yenmeye çalışırız. Ölüm korkumuz Hegel’in de belirttiği gibi varolmamaya dair yoğun bir endişe ileriki olanakların olanaksızlaşması olarak algılanabilir.Her şey ölür. Bu acı verici varoluş gerçeğidir. Bu bilgi kendimiz hakkında durum değerlendirmesi yapmamızı ve hayatımızı nasıl tatmin edici bir şekilde yaşayabileceğimizi sormamızı sağlar. Ölüm gerçeği ile yüzleşmek daha tatmin edici zengin ve daha merhametli dikkatli ve amaçlı yaşamamıza yardımcı olur. Bu bakışa göre ölüm hayatı zenginleştirir. ‘’Hayatımız öncelikle bakır bozukluklarla yapılmış bir ödemeye benzer bizim bu ödemeye karşılık bir alındı makbuzu vermemiz gerekir ; bakır bozukluklar günler ,alındı makbuzu ölümdür. ‘’ Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi. ‘’ Schopenhauer
İzolasyon :
Bu Dünyaya yalnız gelir ,yalnız döneriz.Varoluşçu İzolasyon kainattaki yalnızlığımızla ilgili temel bir izolasyon şeklidir. Bu yalnızlık bir başına olmaktan farklıdır diğer insanlarla olan ilişkilerimiz bu izolasyonun varlığını ortadan kaldırmaz. Pek çok insanın dünyada hiç kimsenin onları düşünmeyeceği zamanların olacağını düşünmeleri onların varoluşçu izolasyonu hissetmelerine neden olur. Burada daha temeldeki soru şudur ‘’kişi bir başkası tarafından düşünülmüyorsa o kişi gerçek midir? Eşini kaybetmiş insanlarla çalışırken Yalom ,sadece o kişilerin yalnızlıklarına değil aynı zamanda da bunun yanında ortaya çıkan gözlemlenmeyen bir hayatta yaşamanın –eve ne zaman geldiklerinin-ne zaman uyudklarının- veya uyandıklarının kimse tarafından bilinmemesi üzüntüsüne de takılmıştı.Bir çok birey tatmin etmeyen yada yolunda gitmeyen ilşkilerine devam eder çünkü hayatlarında gözlemci olacak varoluşçu izolasyonun yaşanmasına karşı bir tampon vazifesi görecek birini arzularlar.Kişi kendi hayatının sorumluluğunu tam anlamıyla aldığı noktada varoluşçu izolasyon algısıyla da yüzleşmiş olur. Bir bireyin diğeri tarafından yaratıldığı veya korunduğu algısından vazgeçmek kainatın kozmik kayıtsızlığı ve kişinin bu kainat içindeki temel yalnızlığı ile yüzleşmektir. Derin bir bağlanma hissi varoluşçu izolasyon problemini çözmez ancak avuntu verir. Yalom kanser grubundaki üyelerinden birinin şunu söylediğini anımsar ‘’Biliyorum ki her birimiz karanlıkta ilerleyen gemileriz ve hepimiz yalnız gemileriz ancak yine de yakınımızdaki diğer gemilerin hareketli ışıklarını görmek çok rahatlatıcı. ‘’
Anlam:
Hayatımızdaki temel uğraşlardan biri hayatı destekleyecek kadar sağlam bir amaç bulmaktır. Amaç sağlayan hayat yapıları konusunda süregelen araştırmamız çoğunlukla bizi büyük krizlere sürükler. şikayetler çok çeşitlidir. ’’ neden yaşıyorum, kendimi çok boş hissediyorum, halen ne yapmak istediğimi bilmiyorum, hiçbir şey için hırs duymuyorum,elbette hayatın daha derin bir anlamı olması gerekir ‘’gibi.Varoluşçu bir psikoterapist olan Allen Wheelis hatıralarını anlatan ‘’Dinleyici ‘’adlı kitabında köpeği Monty ile yaşadığı bir anı anlatır.’’ Eğilip bir sopa aldığımda elime hemen önüme gelir artık bir misyonu vardır o sopayı alıp getirmek için her mesafeyi koşabilir yada yüzebilir kendini bu göreve sorgulamadan adar. Sopayı yakaladığında geri getirir yine de bana yaklaştıkça daha yavaş hareket eder sopayı bana verip misyonunu tamamlar ancak misyonu bitip yeniden bekleme pozisyonuna geçtiği için rahatsızdır. Köpeğim için olduğu gibi benim içinde kendiliğin dışında bir şeyin hizmetinde olmak lazımdır. Köpeğim bu sopayı ona attığım için şanslıdır ben de Tanrının benim sopamı bana atması için bekliyorum. Hem de uzun zamandır acaba ne zaman benim Monty e yaptığım gibi beni misyon mod’una sokacak belki de hiç bir zaman.Eğer bütün amaçlar kişinin kendisi tarafından belirleniyorsa birey varoluşun nihai temelsizliği ile yüzleşmelidir .Kendi sopalarımızı kendimiz atmaktayız.Anlam algısı genişleyen tatmin eden ve kendiliği aşan bir çabadan ortaya çıkar terapistin işi bu tür bir çabanın önündeki engelleri belirlemek ve bunların bertaraf edilmesine yardım etmektir. Birey bu arayışı otantik bir mod la gerçekleştirebilir.
Özgürlük:
Varoluşçu bakış açısına göre insan varlığının temel bir özelliği onun özgür olmasıdır. Sonunda özgürlük kendimizle ilgili sorumluluk almak demektir eylemlerimiz ama aynı zamanda hatalarımız bakımından da. Özgürlüğümüzün farkında olmak bize seçme sorumluluğunu verir. Farkında olmasak bile biz sürekli seçimler yapıyoruz ve yaptığımız hareketler bunu göstermektedir seçim ve sorumluluk gerçeği bizi varoluşçu suçluluk konusuna getirir biz bu suçluluğu olasılıklar gerçekleşmediğinde hissederiz. Varoluşçu suçluluk kaçınılmazdır çünkü yaptığımız her seçim ile bir diğer olasılığı eliyoruz. Eğer kişi bir durumda sıkışıp kalmışsa ve hiçbir şekilde çıkış yoksa Frankl’ın buna bir cevabı vardır. Bilindiği gibi onun bu düşüncelerinin oluşmasında onun geçmişinde yaşamış olduğu toplama kampı yaşantısının (Holokost) önemli etkileri vardır.
toplama kampındaki mahkumların idam edilmeden önce yada ölüme çok yakın olduklarını anladıklarında yada dönüşü olmayacağını hissettikleri bir nakil durumunda son yemeklerini diğer mahkumlara verdiklerini anlatmakta ve bu durumun insanın her durumda her şeyinin alınsa bile özgürlüğünün yani sorumluluğunu üstlenerek karar alabilme tutumunun elinden alınamayacağına bir örnek olduğunu belirtmektedir.
Varoluşçu Psikoterapide Mevcut Durum:
Varoluşçu Psikoterapi yaklaşımı kurama bağlılığı katı sistematikliği ve hiyerarşik danışan terapist yapılarını benimsemez bununla birlikte dışlayıcı da değildir ne hariç tutma ne de ayrıcalıklılık varoluşçu yaklaşımın içinde yer almaz. Çağdaş varoluşçu psikoterapistler durumsal olarak gerekli yada kavramsal olarak ilgili olabildiği sürece tüm yöntemlere açıktır ama varoluşçu bakış açısının çerçevesi içinde kalmak suretiyle. Çünkü varoluşçuluk bir sistem yada disiplin değil temelde derin bir kavrayış ve kapsayıcı bir bakış açısıdır.Yalom bu durumu şöyle açıklamıştır.Psikolojik sıkıntı sadece biyolojik genetik tabanımızdan (psiko farmakolojik bir model) sadece bastırılmış içgüdüsel mücadelelerimizle savaşımızdan (freudcu bakış) sadece içselleştirdiğimiz nevrotik ebeveynlerden (nesne ilişkileri bakışı) sadece işlevsel olmayan düşünme şekillerinden ( bilişsel davranışçı bakış) ne sadece unutulmuş travmatik anılardan ne de hayata dair mevcut sorunlardan ama aynı zamanda varoluşumuzla yüzleşmemizden de ortaya çıkar .
Kişilik:
Varoluşçu yaklaşıma göre kişilik kavramı faydalı olsa da sınırlıdır varoluşçu bakış açısına göre geleneksel psikolojik iyi oluşla ilgili görüşler ağırlıklı olarak hayat deneyimlerini yetersiz olarak yansıtan normallik hakkındaki ön varsayımlara dayanır diğer kanaatlerin aksine varoluşçular için hemen hemen hiç benimsenmeyen bir hedef olan normallik olgunlaşma yolunda tam bir başarısızlık ve bireyselleşme işinde bir ölü doğum olarak görülür. Bu durumu Nietzsche den bir alıntı şöyle özetliyor ‘’Herkes aynı şeyi istiyor herkes aynı kim farklı hissederse gönüllü olarak tımarhaneye gider . Ölümlülerin fanatik çabaları sadece övündükleri sıradanlık için’’
Terapötik Atmosfere Genel Bakış:
Varoluşçu terapistler danışanlarına karşı oldukça aktiftirler ama bu aktiflik bir otorite yada işin aslını bilen bir yüksek makam gibi değildir. Danışanlarının problemlerine çözüm yolları önermezler gerçekte danışanlarına karşı meydan okuyucu bir duruşları vardır. Danışanları varoluşun nihai konuları ile yüzleşmeleri için cesaretlendirmektedirler. Ama bu aceleci değil saygı özen ve anlayış çerçevesinde yapılır. Terapist otantik bir tutum içinde kendi varoluşsal konularının da farkında olarak danışanla eşit bir yol arkadaşlığına girer.Kendi varoluşsal sınavını tamamlamış olan terapist otorite olma maskesinin ardına saklanmaz. Burada terapist gözlemci olarak kalamaz bu karşılıklı meydan okumaya atılmak zorundadır. Varoluşçu terapinin amacı; yaşamı netleştirmek üzerinde düşünmek ve anlamaktır yaşanılan problemler ile yüzleşilmekte ve sınırlar keşfedilmektedir varoluşçu danışma medikal modelde olduğu gibi danışanları tedavi etmeyi amaçlamaz danışanlar hasta olarak kabul edilmez yaşamdan bıkmış yaşama konusunda beceriksiz oldukları düşünülür ihtiyaçları olan şey durumu gözden geçirmeleri için kaybettikleri yollarını tekrar kendilerinin bulmaları için doğru yola girme kararını alırken onlara yardımcı olmaktır varoluşçu terapistler danışanlarının otantik bir yaşam sürmelerini isterler ki bu yaşam şekli varoluşun nihai konularını daha da önemlisi kendi ölümümüzün kaçınılmaz olduğunu kabul etmeyi içerir
Varoluşçu Terapi Süreci
Bugental ve Kleiner Varoluşçu terapinin şu temel ilkelerini sunmuşlardır.
Varoluşçu bir yaklaşımda psikolojik sıkıntının altında daha derindeki varoluş konuları olduğu kabul edilir. varoluşçu bir yönelimde her bir danışanın kendine özgü bireyselliğine ve insan oluşuna öncelikle saygı duyulur. Danışanın kendi gibi oluşu farkındalığı yada sübjektifliği esas olarak alınır Her şeyin geçici olduğu şu andaki yaşam yaşamın sübjektifliği vurgulanır bu nedenle geçmiş ve geleceğe temelde şu an’a ilişkisi bakımından bakılır.
Yalom terapinin kuramla değil ilişki ile yürütülebileceği konusunda bizleri uyarmıştır. Bu ilişki güven verici ve otantik olmalıdır. Danışan ve terapist arasında burada ve şimdi ilişkisi oluşmalıdır.Bugental ve Kleiner terapi sürecinde dört aşamayı belirlemiştir ittifak oluşturma, danışanın konularına derinleşme, içsel keşfetme, direnç ile çalışma ve açığa çıkarma burada temel direnç danışanın ölümle yüzleşmemek için kullandığı kalkanlardır.
Terapötik Teknikler:
Varoluşçu yaklaşım tekniklere karşıdır. Tekniklerin derinlemesine ,doğrudan, gerçek ilişkilerin kurulmasını engellediğini savunur. Ama bu teknikleri dışladıkları anlamına gelmez sadece kuram yada tekniğe bağımlılığı yanlış bulurlar. Onlar için asıl amaç danışanın dört nihai konusu ile ilgili olarak oluşan kaygısı hakkında farkındalık kazanmasıdır. Bu amaca yardımcı olacak herhangi bir yöntemi yada yöntemleri kullanabilirler.
Sözsüz davranışlara dikkat etme
Kendini açığa vurma: Danışmam otantikliği ve orada olmayı sağlamak için kendini iki türlü açar. Ya terapi süreci ile ilgili veya kendi varoluşçu mücadelesi hakkında .
Paradoksal niyet: Frankl tarafından geliştirilmiştir danışana sıkıntı veren problem ve yaşantıyı bilerek sonuna kadar yaşaması için onu cesaretlendirme vardır. Semptomu pratik olarak yaşamak danışanın ve terapistin bunun anlamını anlamasına yardımcı olur. Korkumuz insanca kendimize gülme kapasitemizle bağlantı kurar ve sempton uzaklaşır.
Dikkati dış dünyaya yöneltme: Frankl bazı insanların kendi içindeki süreçlere çok fazla odaklaşmalarıyla baş etmek için bu yöntemi geliştirmiştir.
Rüya analizi: Yalom rüya analizine hayrandır ama psikanalistlerin yaptıkları gibi psişik varlıkların bilinçaltı çatışmalarına bakmak yerine danışanının getirdiklerine onun nihai konularının bir görünümü olarak bakmaktadır.
Paranteze alma: Danışmanın kendi inanç ve yanlılıklarını danışanın dünyasını tamamen anlayabilmek için askıya alması demektir.
Yönlendirilmiş fantezi: Yalom ölüm farkındalığını arttırmak için fanteziden yararlanır danışandan kendi ölümünü cenaze törenini hayal etmesini ister nerede ne zaman nasıl olduğu arkasından neler konuşulduğu gibi