Analitik Terapi
Psikanalitik terapi, Sigmund Freud’un 19.yy’da temelini oluşturduğu psikanalizden ortaya çıkan ve psikanalizin temel ilkelerini benimsemiş bir psikoterapi tekniğidir. Psikanalitik terapi haftada bir veya iki sıklıkla yüz yüze görüşmelerle yapılır. Psikanalitik terapinin en temelinde hedeflenen, kişinin bilinçdışındaki materyali bilinç düzeyine getirerek iç görü kazanması, kişinin iç dünyasında dengeli, sağlam ve uyumlu bir ruhsallıkta olması, istenmeyen tekrarlayan örüntülerinden uzaklaşmasıdır. Psikanalitik terapi ile kişinin bütünleşik bir benliğe kavuşması, işlevselliğinin artması ve yaratıcı ifadesinin teşvik edilmesi sağlanabilir.
Psikanalitik teori bir kişilik teorisi, bir psikoterapi yöntemi ve bir bilimsel araştırma aracıdır. Terapide kişilik yapısı ve kişilik örgütlenmesi üzerine çalışır. Terapi sürecinin işleyişi, çerçevesi ve formülasyonu olarak psikanalitik teorileri kullanır. Teori ile teknik arasında bir ilişki olduğu gibi, etik ile teknik arasında da önemli bir ilişki vardır. Etik, psikanalizde tekniğin bir parçası ve psikanalitik uygulamanın temel bir gerekliliğidir.
Psikanalitik terapide nasıl çalışılır?
Psikanalitik psikoterapi çalışması yüz yüze olduğunda, haftada minimum bir veya iki sıklıkla gerçekleştirilir. Psikanalitik terapide odaklanılan, kişinin içsel deneyimlerini keşfetmesi, anlamlandırması ve iç görü kazanmasıdır. Kişinin kendi geçmişindeki önemli ve etkili olaylar ve eski ilişkileri, güncel günlük yaşamında ve terapi ilişkisinde aktardığı bağlamda işlenir ve çalışılır.
Psikanalitik psikoterapi sürecinde terapist, tarafsız (nötr), tavsiye vermeyen, yargılamayan, arzusuz ve beklentisiz olarak dinler. Bu dinleme terapi alan kişinin iç dünyasındaki meseleleri sansürsüzce aktarmasını sağlar. Serbest çağrışım, rüya, yorum gibi tekniklerle terapi alan kişinin yaşadığı bilinçdışı meseleler üzerine çalışılmış olur.
Psikanalitik teorilerin kabul ettiği ruhsallık modeline göre insan zihni bilinçli, yarı-bilinçli ve bilinçdışı katmanlardan oluşur. Kişilerin yaşadıkları ruhsal sorunlar, semptomlar (psikopatolojiler) çoğunlukla bilinçdışında bulunan çatışmalardan kaynaklanır.
Psikanalitik çalışmada etik en önemli unsurdur ve çerçeve, etik kavramlara dayanır. Çerçeve terapist ve danışan arasında duyguların, düşüncelerin ve anıların canlandırılıp araştırılabileceği güvenilir ve sağlam bir oyun alanı yaratır.
Psikoloji alanında birçok meslekten farklı olarak meslek ve özel yaşam arasında ayrım yapmak mümkün değildir. Çünkü analist (analitik çalışan terapist), kendi kişiliğini ve bilinçdışını terapi çalışmasında kullanır. Bu nedenle terapistin kendi öznelliğini, arzusunu ve korkusunu terapi çalışmasında kullanabilmek için kendi üzerinde farkındalık sahibi olması ve terapi çerçevesini üçüncü olarak ilişkide tutması gerekir. Psikanalitik çerçeve süre, seansların saati, ücret, ödeme şekli, tatillerin düzenlenmesi gibi teknik unsurları da içerir. Bu kurallara hem terapist/analist hem de danışan/analizan uymak zorundadır.
Psikanalitik terapide neler kazanılır?
Psikanalitik çalışmada ve psikanalizde kişinin hayatında yaşantıladığı, fakat çeşitli sebeplerle bilinç dışına yerleştirdiği deneyimlerin, yaşanmışlıkların anımsanması sağlanır. Çalışma süresince yüksek farkındalıkla bilinçte yer eden yaşanmışlıklar kadar, kısmi olarak hatırlanan duygular ve düşünceler de tekrar su yüzüne çıkarlar. Bu anımsama ile danışan/analizan, dış dünyasında yaşantıladığı deneyimlerin iç dünyasında yaşadıklarıyla bağlantısını daha net kurmaya başlar. Danışanın/analizanın hayatındaki olayların, kişilerle bağlantıların, tekrarlayarak yaşadığı problemlerin iç dünyasındaki yansımasıyla arasındaki sebep-sonuç ilişkisi daha net oluşur ve bu da danışanın yaşamı üzerinde iç görü kazanmasını sağlar.
İç görü oluşturulması, psikanalitik terapide önemli bir aşamayı teşkil eder. Danışanın/analizanın hayatında çeşitli savunmalarla bilinç dışında depoladığı öğeler su yüzünde görünmediği halde, danışanın/analizanın yaşantısını ve ruhsallığını etkilemektedirler. Ancak çalışma içerisinde iç görünün oluşumu sayesinde bilinç dışındaki öğelerin bilinç seviyesine ulaşması sağlanır.
Bu aşama, terapi sürecinde önemli olmakla birlikte, bir son teşkil etmez. Bilakis, önemli bir başlangıcı teşkil eder. Bu kazanımla birlikte bilinç dışında yer alan, farkında olunmayan fakat tekrarlanan davranış ve duyguların daha berrak bir şekilde görülebilmesi, analiz odasında bu öğelerin çok taraflı şekilde (derinlemesine) çalışılabilmesini mümkün kılar.
Danışanın/analizan, kazandığı iç görüyle bilinç dışında yer alanlarla yaşadığı yönetiliş durumundan uzaklaşmaya başlar ve artan farkındalığıyla hayatının tam olarak kontrolünü sağlamak yönünde adımlar atar. Bir diğer deyişle danışan/analizan, yaşamının öznesi haline gelir. Daha önceden yaşantıladığı tüm durumları ve olayları dış dünyada gerçekleşen ve kendisinden bağımsız olaylarla yorumlarken, kazandığı iç görüyle olayların sebepleri ve sonuçlarını yalnızca dışarıda tespit etmez; kendi sebeplerini ve bunların neden olduğu sonuçları sahiplenir. Bu da, kişinin kendi gücünü ve imkanlarını, bu sayede de kendi doğasını daha iyi tanımasını sağlar.
Bu sürecin sayesinde danışan/analizan, yaşamıyla ilişkisinde hayalleri ve gerçekleri arasındaki farklar ve bunları köprülerken kimi zaman başvurduğu bahaneler ve kendi kendine geliştirdiği nedenlerden sıyrılarak kendi gücünü ve kapasitesini daha net tanımlar ve daha doyurucu başarılar sağlayabilir. Bu da ancak kişinin bu çalışma süresince geliştirdiği iç görüyle kendi seçimlerinin bilinci ve gücünün farkındalığıyla tanışması sayesinde gerçekleşebilir. Kişi içsel olarak özgürleşir.